3. Sema

ÜÇÜNCÜ SEMÂ

Bundan sonra ÜÇÜNCÜ KAT SEMÂYA yükseldim. Yüce Hak, bu semavi bakırdan yaratmıştı, îsmine: — Zeytun.. Derler. Buranın kapıcısına da:

— Arinail.

Derler. Bunun kapısı ak incidendi. Üzerinde nurdan kilidi vardı. Cebrail o kapıyı çaldığı zaman, oranın hazini Arinail şöyle sordu:

— Kapının açılmasını isteyen kimdir?.

— Cebrail'im. Deyince, tekrar sordu:

— Ya yanındaki kimdir?.

— Muhammed'dir. Cevabını alınca, tekrar sordu:

— Ona peygamberlik verildi mi?

— Evet, verildi. Cevabını aldı; tekrar sordu:

— Onun için bir davet ve talep vaki oldu mu?.. . — Evet, davet ve talep vaki oldu.

Cevabım alan Arinail:

— Merhaba, hoşgeldin; ne güzel gelicı geldi. Deyip kapıyı açtı.

içeri girince, gördüm ki: Arinail gayet azametli ulu bir melektir. Onun hizmetinde de üç yüz bin melek vardı. Bu meleklerin teşbihi de şöyleydi:

— Bol hibeler eden ihsan sahibi zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Gönüller açan bilgin zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine dua edenlerin duasına icabet eden yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bu meleğe selâm verdim. Tam tazimle selâmımı aldı. Bana çeşitli üstün nimetlerin müjdesini verdi.

Bunu geçtikten sonra, çokça melekler gördüm. Saf olmuşlardı. Cümlesi secde etmişlerdi. Secdelerinde şu teşbihi okuyorlardı:

— Bilgin yaratıcı zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisinden başka kaçıp sığınılacak makam olmayan zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüceler yücesi Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir.

Devamlı olarak, bu teşbihi okuyup duruyorlardı. Cebrail şöyle dedi:

— Bunların ibadetleri daima budur. Niyaz eyle, bu ibadet ümmetine ihsan olunsun.

Ben de dua ettim; ümmetime namazda secde emrolundu.

Secdenin iki olmasının sebebi şudur: Onlara selâm verdiğim zaman, başlarım secdeden kaldırıp selâmımı aldılar, tekrar secdeye vardılar. Bunun için ümmetime iki secde farz oldu.

Bunları geçtikten sonra, Yusuf'u a.s. gördüm; gayet güzeldi. Güzelliğin yansı ona ihsan olunmuştu.

Selâm verdim. Selâmımı tazimle aldı, beni merhabaladı. Benimle müsafahâ etti. Türlü kerametlerin müjdesini bana verdi. Ve bana: Hayır duada bulundu.

Yusuf'un tesbihi şuydu:

— Kerem sahiplerinin en keremlisi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ulular ulusu Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Benzeri olmayan tek Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç bir Şekilde sonu olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bunu geçtikten sonra, Davud'u a.s. ve oğlu Süleyman'ı a.s. gör düm. Selâm verdim; selâmımı tazimle aldılar. Bana müjdeler verip şöyle dediler:

— Bu gece, ümmetine şefaat ve Rabbından selâmette olmalarını niyaz eyle.

Bana böyle bir tavsiyede bulundular. Davud'un tesbihi şuydu:

— Nurun yaratıcısı noksan sıfatlardan münezzehtir. Tevbeleri kabul buyurup hibeler ihsan eden Yüce zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Süleyman'ın okuduğu teşbih de şöyle idi:

— Malın mülkün sahibi Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kahir cebbar olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Tüm işler, zatında biten Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bunu geçtikten sonra, bir meleğe ulaştım. Bir kürsüde oturmuştu.

Bu meleğin yetmiş başı, yetmiş kanadı vardı; her kanadı mağribi, meşrıkı kuşatırdı. Çevresinde koca koca melekler gördüm. Bunlardan herbirinin boyu son derece uzundu. Bu melekler, bir taifeye azab ediyorlardı. Sopalarla dövüp parçalıyorlardı. Sonra, o parçalar bütün oluyordu; melekler de azaba yeniden başlıyordu.

O büyük meleğin kim olduğunu sordum; Cebrail şöyle anlattı:

— Bu meleğin adına:

— Sohail.

Derler. Onların azab ettikleri de, senin ümmetinden zalim cebbar ve mütekebbir kimselerdir. Kıyamete kadar onlara azab ederler. Bunların teşbihleri şuydu:

— Cebbarların çok çok üstünde olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Sataşanların üstünde büyük saltanatı bulunan Yüce Zat tüm noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine isyan edenlerden intikam almaya güçlü Yüce Zat bütün noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bundan sonra, ateşten bir deniz gördüm. Çevresini sert, şiddetli melekler sarmıştı.

— Bu nedir?.

Diye sorunca, Cebrail şöyle anlattı:

— Bunun adı: Saak Denizi'dir. Gökten yere yakıcı gürültüler ve yıldırımlar bu meleklerle iner.»

Bu mana Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatıldı:

—«Allah-ü Taâlâ yıldırımlar gönderir; bunları istediğine isabet ettirir.» (13/13)

Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:

—«Bundan sonra bir kapı gördüm; kâfurdandı. Bunun alt eşiği, yerin en derin noktası olan serada, yukarı eşiği ise arşın altında idi. Bu kapının iki kanadı vardı. Yer ve gök kadar bir kilit asmışlardı. Hayret ettim:

— Bu ne kapıdır?.

Dedim; Cebrail bana şöyle anlattı: — Bu kapının adı, BAB'ÜL - EMAN'dır. Tekrar sordum:

— Neden buna:

— BAB'ÜL-EMAN. Denildi.

Bu soruma da şu cevabı verdi:

— Yüce Hak, cehennemi yarattı; içine de çeşitli azaplar koydu. Cehennemden bir nefes zuhur eyledi. Bunun üzerine, cümle yer ve gök hli Yüce Hakka sığınıp eman diledi. Bundan sonra, izzet sahibi Yüce Hak, bu kapıyı cehennemle cümle kâinat arasında yarattı. Ta ki; Yedi kat yerlerin ve yedi kat göklerin ehli emanda bulunalar. Bu mana icabıdır ki, bu kapının adına:

— BAB'ÜL-EMAN. Denildi.

Arkasında neler bulunduğunu görmek için, o kapının açılmasını istedim. Cebrail şöyle dedi:

— Bunun ardında cehennem vardır; neylersiniz?.

— Muhakkak görmek isterim. Deyince, şu ilâhî ferman sadir oldu:

— Ey habibim, parmağınla işaret et; kapı açılır.

Bunun üzerine işaret ettim; kapı açıldı. Nazar eyledim; gördüm ki: Demirden büyük bir minber var. O minberin altı yüz bin ayağı vardı. Onun üzerinde çok heybetli ateşten yaratılmış bir melek oturuyordu. Ateşten ipler büküyor; ateşten zincirler ve bukağılar yapıyordu. Gayet şiddetli ve korkunç yüzlü idi. Pençesi kuvvetli ve öfkesi belli idi. Başını önüne eğmiş şu teşbihi okuyordu:

— Güçlü sultan olduğu halde, zulmetmeyen o Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Düşmanlarından intikam alan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Dilediğine bol ihsanda bulunan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Kendisine bir benzer olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Ağzından dağlar gibi ateşler çıkıyordu. Burnundan alevler fışkı-nyordu.

Bu melek, çok hışımlı ve çok öfkeli idi. İki gözü ateş saçıyordu.

Onun her bir gözü, dünyanın tamamı kadardı.

O meleği bu heybette görünce, bana korku geldi. Allah-ü Tealâ'-nın lütfü, keremi, inayeti olmasaydı helak olurdum. Cebrail'e sual edip:

— Bu kimdir?. Onu görünce, vücuduma titreme düştü. Dedim, Cebrail bana şöyle anlattı:

— Siz korkmayın; çünkü sizin için korku yoktur. Bu cehennemin hazini (kapıcı, bekçi, bakıcı) Malik'tir. Allah-ü Taâlâ onu gazabından yaratmıştır. Yaratıldığından bu yana hiç gülmemiştir. Her an, gazabı artmaktadır. Onun yanına varın, selâm verin.

Bunun üzerine, gidip selâm verdim. O kadar meşguldü ki, başını bile kaldırmadı. Cebrail öne geçip şöyle dedi:

— Ey Malik, sana selâm veren Allah'ın Resulü Muhammed'dir. Cebrail, beni ona böyle tanıttı. Namımı işitince, kıyam edip bana

tazim için, türlü saygı dilleri döktü ve ikramlar eyledi. Sonra şöyle dedi:

— Ya Muhammed, sana müjdeler olsun; Yüce Hak sana çokça kerametler ihsan eyledi. Senden hoşnuddur. Senin vücuduna cehen-.nem ateşini haram kıldı. Senin hürmet ve bereketinle sana tabi olanlara dahi cehennem ateşini haram kıldı. Yüce Hak bana emreyledi: -Senin ümmetin asilerine merhamet eyleyeyim. Sana iman getirmeyenlerden intikam alayım.

Bundan sonra Cebrail'e dedim ki:

— Buna söyle, bana cehennemi göstersin.

Cebrail, ona benim talebimi bildirdiği zaman; cehennemden iğne deliği kadar bir yer açtı. Oradan iplik inceliğinde siyah bir duman çıktı. O duman bir saat çıksaydı; bütün yeri ve semaları o dumanın karanlığı sarardı. Güneşin, ayın ve diğer aydınlık veren şeylerin ziyası ve nuru görünmezdi; mahvolurdu. Ancak Malik, o deliği o anda eli ile sığadı; o duman yok oldu. Bana da şöyle dedi:

— Buradan içeri bakın.

Bakınca gördüm ki, cehennem: Birbirinin altında yedi tabakadır, En yukarısı cehennemdir ki; oraya müminlerin asileri girer. Bunun azabı, diğerlerinden hafiftir.

ikincisi lezadır. Buraya Nasara girecektir.

Üçüncüsü hutamedir. Buraya da Yahudiler girerler.

Dördüncüsü sairdir. Buraya da Sabiîler girerler.

Beşincisi sakardır. Buraya da Mecusîler girerler.

Altıncısı cahimdir. Buraya da müşrikler girer.

Yedincisi haviyedir. Buraya da münafıklar gireceklerdir. Bir de Allah'lık davası güdenler girerler. Meselâ: Firavun, Nemrud gibileri...

Ben, aşağı tabakada olanların azaplarının şiddetinden bakmağa takat getiremedim. Ancak üst tabakada olanlara baktım; buraya ümmetimin asileri girerler. Buraya bakınca, gördüm ki: Orada ateşten yetmiş derya var. Her deryanın kenarında ateşten birer şehir var. Her şehirde ateşten yetmiş bin ev var. Her evin içinde, ateşten yetmiş bin sandık var. O sandıkların içinde de, erkekler ve kadınlar var. Oraya hapsolmuşlar; yanlarında yılanlar ve akrepler var. Şöyle sordum:

— Ey Malik, bu sandıkların içinde hapsolanlar kimlerdir?. Şöyle anlattı:

— Bunların bazısı insanlara zulüm edip haksız yere malını alanlardır. Bazısı da, büyüklük satıp zalim cebbarlık edenlerdir. Halbuki, büyüklük, celâl ve ikram sahibi Yüce Allah'a mahsustur.

Sonra, bir kavim gördüm; dudakları deve ve köpek dudakları gibi idi. Karınları da şişmişti. Zebaniler, ateşten tokmaklarla bunların karınlarına vurup duruyordu. Karınlarında bağırsakları kopuyor; dübürlerinden dökülüyordu. Tekrar içlerinde bağırsak yaratılıyordu; zebaniler yine vurup döküyordu. Onlara böylece azab ediyorlardı.

— Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı:

— Bunlar ümmetinizden yetim malını haksız yere yiyenlerdir.

Bir kavim daha gördüm; karınları dağlar gibi şişmişti, îçine yılanlar ve akrepler dolmuştu. Orada hareket edip ıstırap veriyorlardı. Bunlar ayağa kalkmak istedikleri zaman, karınlarının büyüklüğünden ve yılanların, akreplerin hareketlerinden kalkmaya güçlen yetmiyordu. Yıkılıyorlardı. Sordum:

— Bunlar kimlerdir?. Malik şöyle anlattı:

— Bunlar, ümmetinizden faiz yiyenlerdir.

Bundan sonra, bir alay hatunlar gördüm; bunları saçlarından asmışlardı. Bunlar için:

— Kimlerdir?.

Diye sordum; Mâlik şöyle anlattı:

— Bunlar, şu kadınlardır ki; yüzlerim ve saçlarını örtmeyip erkeklere gösterirler. Kocalarından başkasına zinetlerini açarlar. Kocalarına eza ve cefa ederler.

Bundan sonra, birtakım erkek ve kadın gördüm; bunları dillerinden ateş çengellere asmışlardı. Tırnakları bakırdandı. Kendi yüzlerini yırtıp parça parça ediyorlardı.

— Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı:

— Bunlar yalan yere şehadet edenlerdir. Koğuculuk yapıp söz gezdirenlerdir.

Bundan sonra, bir alay kadınlar gördüm; bunların kimisini memesinden asmışlar; kimisini de ayaklarından başaşağı asmışlardı. Bunlar feryad ve sayha atıp duruyorlardı.

— Bunlar kimlerdir?. Dedim; şöyle anlattı:

— Bunlar zina edenlerdir; ayrıca, çocuklannı düşürüp katil işi işleyenlerdir.

Bundan sonra bir alay adamlar gördüm; bunlar kendi yanlarının etlerini koparız ağızlarına koyuyorlardı. Yemeyip ağızlarında gizliyorlardı. Ama zebaniler onları:

— Yiyin.

Diye zorlayıp istemeyerek yediriyorlardı. Tekrar koparıp ağızlarına alıyorlardı. Zebaniler tekrar yemeleri için onları zorluyordu. Bu şekilde onlara azap ediyorlardı.

— Bunlar kimlerdir?. Diye sordum; şöyle anlattı:

— Bunlar; ümmetinizden şu kimselerdir ki, insanları yüzlerine karsı ayıplar; zemmederler. Ayrıca arkalarından kötüleyip gıybetlerini ederler. Elleri, dudakları, kaşları ve gözleri ile işaret ederek insanları alaya alırlar.

Bundan sonra bir kavim gördüm ki; bunların cesetleri hınzıra, yüzleri de köpek yüzüne benziyordu. Dübürlerinden ateşler çıkıyordu. Yılanlar, akrepler onları sokuyor; etlerini yiyorlardı.

— Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı:

-- Bunlar, ümmetinizden namaz kılmayan, gusül etmeyen cenabet gezenlerdir.

Bundan sonra, bir kavim daha gördüm. Bunlar tam susadıklarından ötürü susuzluktan yanıp feryadla su istiyorlardı. Onların bu isteklerine karşılık ateşten kadehlerle kaynar sular verilip:

-İç.

Diyerek zorlanıyorlardı. Onlar bu kadehi ağızlarına yakın götürdükleri zaman, o suyun şiddetli kaynamasından yüzlerinin etleri pişip kadehin içine dökülüyordu, içince de, bağırsakları parça parça olup dübürlerinden dışarı dökülüyordu.

— Bunlar kimlerdir?

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

— Ümmetinizden şarap, ve sarhoşluk verici şeyleri içenlerdir.

Bundan sonra, bir alay kadın gördüm; başaşağı ayaklarından asmışlar. Dilleri uzayıp ağızlarından sarkmıştı. Zebaniler, onların dillerini ateşten makaslarla durmadan kesiyordu. Zebaniler onların dillerim kestikçe tekrar uzuyordu. Ve., bunlar, eşekler gibi bağınşıyor-lardı; köpekler gibi de uluyorlardı.

— Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

— Bunlar, ölüsü öldüğü zaman, feryda ü figan eden kadınlardır. Bundan sonra, birtakım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunları

bakırdan fırınlar içine oturtmuşlardı. Altlarından ateşler ve alevler çıkıp başları ile beraber bütün vücutlarını buruyordu. Gayet kötü kokular geliyordu.

— Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

— Bunlar, zina eden erkek ve kadınlardır.

— Peki, bu kötü koku nedir?. Dedim; bunu da şöyle anlattı:

— Onların ferçlerinden çıkan şeyin kokularıdır.

Bundan sonra, bir kısım kadınları gördüm ki, asılmışlar. Bunların elleri boyunlarına sıkıca bağlanmıştı.

— Bunlar kimlerdir?. Dedim; Malik şöyle anlattı:

— Kocalarına hiyanet edip mallarını telef edenlerdir. Bundan sonra, birtakım erkekleri ve kadınları gördüm. Bunlara

ateşte azab ediliyordu. Bunların üzerine zebaniler musallat olmuştu.

Bunlar feryad ettikçe, zebaniler ateşten sopalarla vuruyorlardı. Karınlarına ateşten süngüleri saplıyorlardı. Vücutlarını da ateşten kamçılarla dövüyorlardı. Bunların azaplarını pek çetin gördüm.

— Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

— Bunlar, analarına ve babalarına isyan ederek karşı gelenlerdir. Yine bir kavim gördüm; bunların boyunlarına ateşten dağlar gibi büyük halkalar geçirmişlerdi.

— Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

— Bunlar, üzerlerinde bulunan emanetleri sahiplerine vermeyenlerdir.

Bundan sonra, bir kavim gördüm; zebaniler bunları ateşten bıçaklarla boğazlıyordu. Ama bunlar aynı saatte diriliyordu. Bunlar di-rilince, zebaniler tekrar onları boğazlıyordu.

— Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

— Bunlar, haksız yere adam öldürenlerdir.

Bir kavim daha gördüm; gayet çirkin ve kötü kokulu cife yiyorlardı.

— Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

— Bunlar gıybet edip insanların etini yiyenlerdir. Bunlardan başka, cehennemde iki sınıf kimse gördüm; bunların

bir sınıfı erkeklerden, bir sınıfı da. kadınlardandı. Bunların azabı gayet şiddetli idi.

— Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

— Bu erkekler, beğlerin önünde sopa ve kamçılarla gidip zavallı fakirlere vurup zulüm edenlerdir. O kadınlar ise., sureta libas giyip hakikatta cümle azası belli, açık hükmünde ve erkeklere aşikâr olanlardır. Ayrıca dışarı çıktıkları zaman, erkekleri kendilerine çekenlerdir. Bu sebepten, başları deve hörgücü gibi büyük olup selâmetle doğruca cennete giremezler.

Bundan sonra, cehennemde bir alay erkek ve dişi kimseler gördüm. Bunların azabı birbirine benzemiyordu. Her birine bir başka türlü azap olunuyordu. Bu tabakada azap olunanlar arasında bunlardan şiddetli azap olunan yoktu. Şöyle bir azapla azap ediliyorlardı' Bunları ateşten sopalar üzerine asmışlardı. Etleri pişip dökülüyor; sadece kemik kalıyorlardı. Hak Taâlâ onların etlerini bitiriyor; yine önceki gibi etleri pişip dökülüyordu.

Bazıları da, ateşten zincirlerle, bukağılarla bağlanmışlardı; böylece azap olunuyorlardı.

— Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Malik şöyle anlattı:

— Bunlar, vücut sağlıkları yerinde iken, namazı terk edenlerdir.

Ve., şöyle dedim:

— Ey Malik, kapıyı kapa; bakacak takatim kalmadı. Malik şöyle dedi:

— Ya Resulellah, mübarek gözünüzle müşahede ettiğiniz azapları, gördüğünüz gibi ümmetinize bildirin. Ümmetinizi çok çekindirin. Hasiyetlerden, Allah'ın emrine aykırı hareketten onları alıp men edin. Allah'a tam itaata teşvik edip ibadet yoluna getirin. Allah'ın azabı şiddetlidir. Cehennemi yedi tabakadır. Bu gördüğünüz ilk tabakasıdır. Aşağıları daha şiddetlidir.»

Bunu dinledikten sonra, Resulüllah S.A.V efendimiz ümmetine şef katından dolayı ağlamaya, şefaat ve niyaza başlar.

Ümmetinin zaafı ve o gibi azaba takat getiremeyeceklerini nla-tıp o kadar ağladı ki; Cebrail, Mukarreb melekler ve orada bulunan diğer melekler dahi ağlamaya başladılar. Resulüllah S.A.V efendimizin tazarru ve niyazına:

— Amin!. Dediler..

Bunun üzerine, izzet sahibi Yüce Hak'tan şu hitap geldi:

— Habibim, senin değerin benim katımda büyüktür; duan makbuldür. Şefaatin makbuldür. Gönlünü hoş tut; seni muradına eriştirdim. Kıyamette sana bir makam vereceğim; şu kadar asileri sana bağışlayacağım, ta ki:

— Yeter.

Diyesin.. Senin ümmetini sair ümmetlerin üzerine seçtim. Seni de onlara şefaatçi kıldım. Dilediğin kadar şefaat eyle; kabul ederim.

Sonra..

Bu Malik'ten başka, cehennem hazinleri (kapıcıları, bekçileri, bakıcıları) on sekiz tanedir; Malikle on dokuz olurlar. Bunların gözleri yıldırım gibidir. Ağızlarından yalın ateş çıkar. Bunlarda asla esirgemek ve acımak yoktur. Her an öfkeleri artmaktadır. Vücutları gayet büyüktür. Onların büyüklüğünü şundan anla: Onlardan biri tek eli ile yetmiş bin kâfiri alıp cehenneme atar. Kâfirin vücudu ise., gayet büyüktür; ağzındaki dişlerinin her biri, Uhud dağı kadardır. Her bir dişi Uhud dağı kadar olunca, başının ve vücudunun nekadâr büyük olacağını hesap eyle. Bir omuzundan, diğer omuzuna varıncaya kadar olan mesafe, dokuz günlük yoldur. Derisinin kalınlığı üç günlük yoldur. İşte, koca cüsseli yetmiş bin kâfir avucu içine sığınca, o melek nekadâr büyüktür, düşünüle..

Bu meleklerin eli altında o kadar zebani vardır ki, onların sayısını ancak Allah-ü Taâlâ bilir.

Şöyle bir rivayet geldi:

— Yüce Hak, Resulüllah S.A. efendimize bu on dokuz meleğin vasıflarını beyan yolunda şu âyet-i kerimeyi yolladı:

—«Onun üzerine on dokuz melek tayin edilmiştir.» (74/30) Resulüllah S.A. efendimiz ümmeti namına mahzun oldu; halâs olmalarını diledi. Bunun üzerine Yüce Hak şöyle buyurdu:

— Senin ümmetine on dokuz harfli bir cümle ihsan eyledim. Ümmetin onu devamlı olarak bırakmadan okursa., kendilerini o on dokuz cehennem hazinlerinden ve onların yardımcıları olan zebanilerin azabından emin kılarım. O cümle şudur:

— Bismillahirrahmanirrahim. (Rahman Rahim Allah'ın adı ile..) Hak Taâlâ cümlemizi, Habib-i Huda Şefi-i Ruz-ü Ceza Hazret-i

Ebelkasim Muhammed Mustafa hürmetine cehennemden azad eylesin. Âmin!.

Allah-ü Taâlâ ona salât ve selâm eylesin.

Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim:

— «Bundan sonra, Malik o deliği kapadı. Daha sonra Cebrail ezan okuyup kamet getirdi.

Ben de imam oldum; bu üçüncü semâ ehli ile iki rekât namaz kıldım.

Hiç yorum yok: