2. Sema

İkinci Sema









İKİNCÎ SEMÂ

Bundan sonra, ÎKÎNCİ KAT SEMÂYA çıktım. Onu sübhan olan Yüce Hak, kırmızı mercandan yaratmış. Bu semanın adına:

— K a y d u m.

Derler. Bu semâ kapıcısının adına:

— Mihail.

Derler. Bu semâyı gayet nurlu ve şa'şaalı gördüm. O kadar ki" Bakınca gözler kamaşır.

Bu semânın kapısı inciden, kilidi nurdandır.

Cebrail bu semânın kapısını vurdu; açılmasını istedi. Oranın kapıcısı olan Mihail sordu:

— Kapının açılmasını isteyen kimdir?.

— Cebrail'im. Deyince, tekrar sordu: — Yanındaki kimdir?.

— Muhammed'dir.

Diye Cebrail cevap verdi; oranın kapıcısı tekrar sordu::

— Ona peygamberdik verildi'mi?.

— Evet verildi.

Cevabım aldıktan sonra tekrar sordu:

— Onun buraya gelmesi için, bir davet ve taleb vaki oldu mu?. Cebrail bunun için söyle dedi:

— Evet., davet ve talep vaki oldu.

Bundan sonra o semânın kapıcı meleği şöyle dedi:

— Hoş geldin; ne güzel gelici geldi. Ve., kapıyı açtı.

içeri girdim; oranın hazım (kapıcısı - bekçisi - bakıcısı) Mihaîl'i gördüm. Hizmetinde iki yüz bin melek vardı. O meleklerin de, her birinin ikişer yüz bin melek hadimi vardı.

Selâm verdim; tazimle selâmımı aldı» Yüce Hak'tan türlü ikramların müjdesini bana verdi. Bunların okuduğu teşbih duası şuydu:

— Yüce Alla sübhandır; onu teşbih edenler teşbih ettikçe.. Allah'a hamd olsun; ona hamd edenler hamd ettikçe.. Allah'tan başka ilâh yoktur; bu tehlili okuyanlar okudukça.. Yüce Allah büyüklerin en büyüğüdür; bu tekbiri okuyan okudukça..

Bunları geçtikten sonra, birtakım meleklere eriştim. Saflar tutup tam huşu, huzu, ile rükûa varmışlardı. Öylece rükûda duruyorlardı., Bunların teşbihleri şuydu:

— Geniş tasarruf sahibi Yüce Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir.-Ki o: Gözleri görür. Gözlerin idrâk edemeyeceği Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Alabildiğine büyük, olabildiği kadar bilen Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.

Cebrail'e sordum:

— Bunlar ne zamandan beri rükû ederler?.

Şöyle anlattı:

— Yaratıldıktan bu yana, bunlar hep rükûdadır. Taa, kıyamete kadar başlarını kaldırmadan, böylece rükû halinde teşbih okurlar. Yüce Hak'tan niyaz eyle; bu ibadeti de senin ümmetine nasib eylesin.

Ben de, tazarru ve nivaz eyledim; namazda ümmetime rükû ihsan olundu.

Bunları geçtikten sonra, iki genç gördüm.

— Bunlar kimlerdir?.

Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı:

— Bunlar Yahya ve İsa a.s. peygamberdir. Bunlar, birbirlerinin teyze çocuklarıdır.

Onlara selâm verdim. Onlar da selâmımı tazimle aldılar ve:

— Merhaba, hoşgeldin ey salih peygamber, salih kardeş. Diyerek musafaha eylediler. Sonra beni, Yüce ve Mukaddes olan

Allah-ü Taâlâ'dan ihsan edilen çok çeşitli ikramlarla müjdelediler, İsa a.s. şu teşbihi okuyordu:

— Rahmeti ve ihsanı bol olan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Hiç bir şekilde sonu olmayan Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattıklarını maddesiz ve örneksiz yaratan, sonra onları öldürüp eski hallerine döndüren Yüce Zat noksan sıfatlardan münezzehtir.

Bunları geçtikten sonra, gayet ulu bir melek gördüm. O meleğin yetmiş bin başı vardı. Her başında da yetmiş bin yüzü vardı. Her yüzünde de yetmiş bin ağzı vardı. Her ağzında da yetmiş bin dili vardı: Her dili de, bir başka lügatte konuşuyordu; biri diğerine benzemiyordu. Yüce Hakkı teşbih ediyordu. Onun teşbihi şuydu:

— Yüce yaratıcı zat noksan sıfatlardan münezzehtir. Ulular ulusu zat, noksan sıfatlardan münezzehtir. Yüce Allah'ı hamdle teşbih ederim. Azim Allah, tüm noksan sıfatlardan münezzehtir; ona hamd olsun. Allah-ü Taâlâ'dan bağış talebinde bulunurum.

— Bu kimdir?.

Dedim, Cebrail bana şöyle anlattı:

— Bu melek, rızık işlerine tevkil edilmiştir. Adı: Kasım'dır. Herkesin rızkını, günü gününe sahibine ulaştırır. Takdir ve tayin olunandan eksik veya fazla olmaz.»

Bir rivayette şöyle anlatıldı:

— Bir kimsenin geçimi daraldığı zaman; sabah namazının sünneti ile farzı arasında bu meleğin teşbihinin son cümlesi olan:

—«Yüce Allah'ı hamdle teşbih ederim. Azim Allah tüm noksan sıfatlardan münezzehtir; ona hamd olsun. Allah-ü Taâlâ'dan bağış talebinde bulunurum.»

Teşbihini (Arapça) yüz kere okursa, Yüce Hak, okuyanın geçimini kolay, rızkım bol eyler.

Resulüllah S.A.V efendimizin anlattıklarına devam edelim:

—«O meleği geçtikten sonra, büyük, acaip ulu bir melek gördüm. Nurdan bir kürsü üzerine oturmuştu. Gamlı ve sükût duruyordu.

Oturduğu kürsünün dört köşesi vardı. Her köşesinde yedi yüz bin altından ve gümüşten payeleri vardı. Çevresinde o denli melekler vardı ki, sayılarını, celâl ve ikram sahibi Yüce Allah'tan başkası bilmez. Sağında yetmiş bin saf saf, gayet nuranî melekler vardı. Cümle-si yeşiller giymişlerdi. Güzel kokuyorlardı. Konuşmaları gayet tatlı idi. Güzelliklerinden yüzlerine bakılmıyordu.

Solunda yetmiş bin melek saf saf duruyordu. Şekilleri de gayet zulmanî idi. Suretleri simsiyahtı. Yaramaz sözlü idiler. Elbiseleri ve kokuları çirkindi. Teşbih ettikleri zaman, ağızlarından ateş saçılıyordu. Önlerinde ateşten süngüler ve sopalar vardı. Öyle gözleri vardı ki, bakmaya takat kalmaz.

Taht üzerinde oturan meleğin başından ayağına değin gözleri vardı ki, zühre ve merih yıldızları gibi parlıyordu. Kanatları da vardı. Elinde bir sahife, önünde de bir levh vardı; daima o levhe bakıyordu; bir an bile gözünü ondan ayırmıyordu.

Önünde bir ağaç vardı; yapraklarının sayısını ancak Allah-ü Ta-âlâ bilir. Her yaprakta bir kimsenin adı yazılmıştı.

Yine önünde leğene benzer bir şey vardı. Bazan sağ eli ile ondan bir şey alıyor; sağ yanında duran nurlu ve tatlı meleklere teslim ediyordu. Bazan da sol eli ile ondan bir şey alarak sol yanında duran kapkara meleklere veriyordu. Bu meleğe baktığım zaman kalbime bir korku düştü. Vücudum titrer oldu. Bana bir zaaf ve çöküklük geldi.

— Bu kimdir?.

Diye sordum; Cebrail bana şöyle anlattı:

— Bu ölüm meleğidir, îsmi: Azrail'dir. Bunu görmeğe hiç kim se cesaret edemez. Lezzetleri kesen, toplulukları dağıtandır.

Sonra gidip şöyle dedi:

— Ey Azrail, bu gelen âhir zaman peygamberidir. Rahman Allah'ın habibidir. Onunla konuş.

Onun bu sözü üzerine, Azrail başını kaldırdı; tebessüm eyledi. Cebrail ona yaklaştı; selâm verdi. Ben de onun yanına gittim; selâm verdim. Selâmımı aldı; bana çokça tazim eyledi. Sonra şöyle dedi:

— Sana merhaba, Yüce Hak, senden daha keremli bir kimse yaratmadı. Ümmetini dahi, Yüce Hak, ümmetlerin en keremlisi yarattı. Ben, senin ümmetlerine, babalarından ve analarından daha merhametli ve daha şefkatliyim.

Onun bu sözlerine karşılık şöyle dedim:

— Gönlümü hoş eyledin; kalbimi gamdan kurtardım. Ama kalbimde bir şey kaldı. Seni gamlı ve mahzun gördüm; sebebi nedir?

Şöyle anlattı:

— Ya Resulellah, Yüce Hak, beni bu hizmete tayin buyurduğu zamandan beri korkarım. Sebebi: Uhdesinden gelemem; cevap vermeğe gücüm yetmez. Bunun için korkulu ve gamlıyım.

Sordum:

— Bu leğene benzeyen şey nedir?. Şöyle anlattı:

— Bu, dünyanın tamamıdır. Meşrıktan mağribe, kaftan kafa varıncaya kadar hepsi yanımda bu leğen kadardır. Nasıl istersem, öyle tasarruf ederim.

Tekrar sordum:

— Bu baktığınız levh nedir?. Şöyle dedi:

— Levh-ü mahfuzdur. Bir sene içinde eceli gelenlerin defterleridir. Melekler onu yazıp bana verirler. İşte o ûefterdir.

— Ya bu sahife nedir?.

Diye sorunca da şöyle anlattı:

— Ruhları alınacakların, vakit saatlerini bildiren defterdir.

— Ya bu ağaç nedir?. Dedim'; şöyle anlattı:

— Dünyada hayatta olanların ömürlerinin ağacıdır. Bir adam-, doğduğu zaman, bunda bir yaprak çıkar. Her yaprağının üzerinde sahibinin ismi yazılmıştır. Eceli yaklaştığı zaman, o yaprak sararır; bu levhde bulunan ismin üzerine düşer. O yaprağı meleklere veririm; götürür onun yemeğine katar yedirirler. Yiyince Allah'ın izni ile hastalık arız olur; hastalanır. Vadesi tamam olunca, defterde olan ismi silinir. Ben de elimi uzatıp ruhunu kabz ederim; ister mağripte,, isterse meşrıkta olsun. Eğer saadet ehli ise., sağımda duran meleklere veririm. Bunlar, rahmet melekleridir. O ruhu bunlara teslim ederim. Şayet o ruhunu kabz ettiğim şekavet ehli ise., solumda bulunan meleklere teslim ederim. Bunlar azap melekleridir. —Şekavetten Allah'a sığınırız.—

— Bunlar nekadar melektir?. Diye sordum; şöyle anlattı:

— Bunların sayısını bilmem. Ama ne vakit, bir kimsenin ruhunu, kabzetsem; altı yüz tane rahmet, altı yüz tane de azap meleği hazır olur. O ruh, hangi taifeye verilir?. Ona bakarlar. Bir kere gelenlere bir daha sıra gelmez. Taa, kıyamete kadar böyle olacaktır.

JBundan sonra, tekrar sordum:

— Ey ölüm meleği, herkesin ruhunu sen mi alırsın?.. Şöyle anlattı:

— Yaratıldıktan bu yana; yerimden kımıldamadım. Bana yetmiş bin melek hizmet eder. Her birinin eli altında da yetmiş bin melek var. Bir kimsenin ruhunu almak istediğim zaman, onlara emrederim. Onlar gidip önün ruhunu boğazına getirirler. Bundan sonra, elimi uzatıp onun ruhunu alırım.

Tekrar sordum:

— istediğim odur ki, ümmetim zaiftir. Onları mülayim bir şekilde, şefkatle tutasın.

Şöyle dedi:

— Yüce Allah'ın izzeti ve celâli hakkına; ki o, sizi hatem'ül- enbiya kıldı; bana bizzat o Yüce Yaratıcı gece ve gündüz yetmiş kere hitab edip şöyle buyurur:

— Muhammed ümmetinin ruhlarını kolaylıkla, suhuletle al; onların işlerini lütuf la gör.

Şüphesiz ben, ümmetinize, analarından ve babalarından daha. şefkatle tutkunum.

Bundan sonra, Cebrail ezan ve kamet okudu; imam olup iki rekât namaz kıldım.

Yani: ikinci semâ ehli ile:

Hiç yorum yok: