Kevser suyu

Cennetin ortasında bir ırmak gördüm. Arşın sütunlarında bir yerden akıyordu. Su, süt, bal ve şarap çıkıyordu. Bunların hiç biri, diğerine karışmıyordu.

Bu ırmağın kenarı zebercedden idi; içindeki saçılı taşlar cevahirdi. Onun balçığı anber, otları zafirandı. Çevresinde gümüşten su bardakları vardı; bunların sayısı, gökteki yıldızlardan daha çoktu. Orada kuşlar vardı ki, boyunları deve boynu gibi idi. Her kim onların etinden yese, sonra da ırmaktan içse.. Yüce Hakkın rızasına mazhar olur. Cebrail'e sordum:

— Bu ne ırmaktır? Diye, şöyle anlattı:

— Bu Kevser'dir. Ümmetinize bundan haber verin. Cennetin her bağında bahçesinde, mutlaka bu Kevser'den akan bir ırmak vardır.

Bu Kevser'in kenarında çadırlar gördüm; cümlesi inciden ve yakuttandı. Bunları Cebrail'e sordum; bana şöyle anlattı:

— Bunlar, senin hatunların konaklarıdır.

O çadırların içindeki hurileri gördüm; yüzleri ay ve güneş gibi aydınlık veriyordu. Hep birden sesli bir şekilde nağmeler terennüm ediyorlardı. Şöyle diyorlardı:

— Biz nağmeler söyleriz; hiç bıkmadan. Biz şarkılar söyleriz; hiç yorulmadan. Biz giysilerle donanmışız; hiç soyulmayız. Biz gençleriz;

hiç ihtiyar olmayız. Biz, hep razıyız; hiç darılmayız. Biz hep kalırız; hiç ölmeyiz. Biz, onların; onlar da bizim olanlara ne mutlu.

Bunların sesleri cennetin köşklerine ve ağaçlarına erişiyor; onlardan sesler ve nağmeler peydah oluyordu. O seslerin bir parçası dünyaya erişmiş olsaydı; dünyada ne mihnet kalırdı; ne de ölüm.

Cebrail bana şöyle dedi:

— Bunların güzelliğini görmeyi ister misin? Şöyle dedim:

— İsterim.

Bunun üzerine bir çadırın kapısını açtı; baktım. Öyle suretler gördüm ki, ömrümü onu anlatmakla geçirsem, yine bitiremem. Onların yüzleri sütten beyaz, dudakları yakuttan kırmızı, güneşten nurlu idi. Derileri kırmızı gülden ve ipekten daha yumuşaktı. Aydan da daha aydınlık idi. Kokuları miskten daha latifti. Saçları gayet siyahtı; kiminin saçı örülmüş; kiminin saçı salınmıştı. Kiminin saçı da durulmuştu. Salınmış saçlısı bir yere otursa, saçlar! çadır gibi iniyor; ayaklarına ulaşıyordu. Her birinin önünde bin tane hizmetkârı vardı.

Cebrail şöyle dedi: — Bunlar senin ümmetin içindir.

Cennette gördüğüm hayret verici şeylerden, biri de orada akan dört ırmaktı:»

Allah-ü Taâlâ bu manada şöyle buyurdu:

— ('..Cennette; rengi kokusu, hiç bir vasfı bozulmayan sudan ırmaklar.. Tadına halel gelmeyen sütten ırmaklar., içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar., süzme baldan ırmaklar vardır.» (47/15)

Resulüllah S.A. efendimizin anlattıklarına devam edelim. Şöyle buyurdu:

— «Cebrail'e dedim ki:

—- Bu ırmaklar nereden gelir?. Ve nereye gider?. Şöyle anlattı:

— O kadarım bilirim ki, Kevser havuzuna akarlar. Ama nereden geldiğini bilmem. Yüce Hak katında senin kerametin çoktur. İstersen sana bildirir.

Bu düşüncede iken, bir melek gördüm; büyüklüğünü Allah'tan başkası bilmez. Çokça kanatlan vardı. Bana şöyle dedi:

— Bir kanadıma mübarek ayaklarını koy; gözlerini yum.

Ben de onun dediği gibi yaptım; o mübarek melek uçtu. Sonra bana:

— Mübarek gözlerini aç.

Dedi. Ben de onun dediği gibi yaptım. Gözlerimi açınca, bir ağaç gördüm; o ağacın altında ise, bir kubbe gördüm. O kadar büyüktü ki, dünyanın tümünü o kubbenin üzerine koysalar, büyük bir dağın üzerine bir kuş konmuş gibi olurdu. O kubbenin altından kilidi vardı; kapısı zeberceddendi. Gördüm ki, o dört ırmak bu kubbeden çıkıyor. Bunu gördükten sonra, dönmek istedim; o melek bana şöyle dedi:

— Ned'en bu kubbenin içine girip işin aslına vâkıf olmak istemiyorsun?.

— Kapısı kilitli. Dedim, şöyle dedi:

— Onun anahtarı sendedir.

— Ya, bunun anahtarı nedir?. Deyince, o melek şöyle dedi:

— BÎSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. (Rahman Rahim Allah'ın adı ile.)

Söyle; o ,kapı ağılır. Ben de ileri vardım:

— BİSMİLLAHİRRAHMANlRRAHlM. (Rahman Rahim Allah'ın adı ile.)

Dedim; kapı hemen açıldı. Gördüm ki, o kubbenin dört duvarından bu dört ırmak akıyor. Sonra bana:

— Dikkatli bak.

Dedi. Baktım ki onun duvarının bir tarafında BİSM (ismi ile), bir tarafında ALLAH (Allah'ın), bir tarafında (ER-RAHMAN), bir tarafında da ER-RAHÎM (Rahim) yazılmış.

Su ırmağı BİSM'in MÎM gözünden akıyordu.

Süt ırmağı ALLAH'ın HA gözünden akıyordu.

Şarap ırmağa ER-RAHMAN'ın MİM gözünden akıyordu.

Bal ırmağı ER-RAHİM'in MİM gözünden akıyordu.

Böylece, gördüm ki, o dört ırmak bu dört kelimeden çıkıyor.

Buradan gitmek istediğim zaman, bana bir hitap geldi:

— Bir kimse, beni bu kelimelerle anarsa., halis bir kalble:

— BÎSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM. (Rahman Rahim Allah'ın adı ile.)

Derse bu dört ırmaktan ona içiririm. Âlemlerin Rabbı Allah'a hamd olsun. Sonra..

Cennette köşkler gördüm; inciden ve yakuttandı. Her birinin arası mağriple maşrık arası kadardı. Cebrail'e sordum:

— Bu köşkler kimindir?. Şöyle anlattı:

— Bir âmâyı elinden tutup yedi adım götüre: lerindir.

— Bunu ümmetime müdeleyeyim mi?. Dedim; şöyle dedi:

— Müjdeleyin; ama bundan daha büyük bir müjde vardır, onu da müjdeleyin.. Şudur: Bir mümin sabah kalkıp:

— LA İLAHE İLLALLAH. (Allah'tan başka ilâh yoktur.) Dedikten sonra abdest alarak namaz kılarsa, Yüce Hak onun için

cennette tamamı yirmi dünya büyüklüğünde mağripten meşrıka kadar mekân ihsan eder.

Bundan sonra. İdris'i a.s. gördüm; selâm verdim. Selâmımı tam tazimle aldı; bana:

— Merhaba. Dedi. Şöyle dedim:

— Güzel bir makama eriştin. Böyle deyince bana dedi k-i:

— N'olurdu, keşke dünyada olup senin ümmetinden sayılaydım. Şöyle dedim:

— Can acısından selâmet bulup bu yüce makama eriştin; dünyayı neylersin?.

Bu kerre "de şöyle dedi:

— Dünya yaratıldıktan bu ana kadar cümle yaratılmışların can acısını çekeydim; ama senin didarınla müşerref olaydım; böylece de ümmetin olaydım.

Şöyle sordum:

— Ey kardeşim İdris» böyle istemenin sebebi nedir?. Şöyle anlattı:

— Hangi köşkü görsem, hangi huriye teveccüh etsem şöyle diyorlar:

— Biz, Muhammed ümmetine aitiz.

Bu arada bir dağ gördüm; onun adına:

— Cebel-i Rahmet. (Rahmet Dağı.)

Derler. Baş yüksekliği Arş'a erişmişti; misk ve anberdendi.

O dağa iki kapı tertip etmişler; ikisi de ak gümüşten. Bir kapı ile diğerinin arası şu kadardı ki: Bir kimse, bir ata binip süratle beş yüz yıl seğirtse, bir kapıdan öbürüne ulaşamaz.

İçinde o kadar köşkler ve saraylar vardı ki, onların sayısını yapmak mümkün değil. Keza, onların güzelliğini anlatmak da mümkün değildir. Sordum:

— Bu köşkler, hangi peygamberindir. Yüce Bak şöyle buyurdu:

— Bu, peygamberler makamı değildir. Ümmet-i Muhammed'den bir kimse iki rikât namaz kılarsa, ona burada bir makam veririm.

İşte, anlatılan sebeoten ötürü, senin ümmetinden olmayı taleb ettim.

Hâsılı: Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediğ, beşer kalbine gelmeyen nimetler gördüm.

Bundan sonra, Cebrail ile cennetten çıktık. Yedinci semaya indim Burada İbrahim peygamberle görüştüm. Merhabalaştık; miracımı kutladı. Bana başka bir şey sormadı.

Bundan sonra, altıncı semaya indim; burada Musa ile görüştüm. O da miracımı kutladı; merhabalaştırk. Sonra, bana sordu:

— Ya Resulellah, ümmetine ne emrolundu?.

Şöyle anlattım:

— Bir gün ve bir gecede elli vakit namaz,, bir yılda altı ay oruç, cenabetten yedi kere gusül, murdarlık bulaşan yeri yedi kere yıkamak..

Bunları dinledikten sonra Musa şöyle dedi:

— Ümmetin, bunlara güç yetiremez; hepsini eda edip yerine getiremez. Vallahi senden evvel ben insanları tecrübe ettim. Ümmetim olan Beni israil'e türlü türlü vasiyetler, ahdler ve ikna yolundan çeşitli çarelere başvurdum. Yine de yerine getiremediler. Ümmetin için, bunların hafifletilmesini Rabbından rica eyle.

Bunun üzerine döndüm; Sidre-i Münteha'ya vardım secde eyledim. Niyaz ederek şöyle dedim:

— Ya Rabbi, ümmetim zaiftir; elli vakit namaza, altı ay oruca, yedi kere gusle, onlar ve ben takat getiremeyip kusur ederiz. Lütuf ve kerem olarak bunları hafiflet.

Bu niyazım üzerine, on vakit namaz, bir ay oruç; bir gusül kaldırıldı. Döndüm; Musa'ya geldim. Durumu anlattım; şöyle dedi:

— Ümmetin kırk vakit namazı, beş ay orucu, altı kere guslü yerine getiremeyip kusur ederler. Ümmetine acı, hafifletilmesini iste.

Bunun üzerine, tekrar Sidre-i Münteha'ya varıp hafifletilmesini rica ettim. Yine on vakit namaz bir ay oruç, bir kere gusül kaldırıldı. Yine: Musa'ya geldim; durumu haber verdim. Şöyle dedi:

— Ümmetin zaiftir. Otuz vakit namazı, dört ay orucu, beş kere guslü yerine getiremezler; kusur ederler. Bunun hafifletilmesini iste.

Tekrar gittim; secde eyledim. Bu emrin daha hafifletilmesini istedim; hafifletildi. Gelip durumu Musa'ya haber verip müşavere ettim. Tekrar gittim; hafifletilmesini istedim. Bunu yapmaya devam ettim; taa, sonunda:

— Ümmetin, bir gün ve bir gecede beş vakit namaz kılsın; yılda bir ay ramazan orucu tutsunlar; cenabetten bir kere gusül etsin; murdarlıktan elbiselerini bir kere yıkasınlar..

Emrini almcaya kadar. Bu emri de, dönüp geldim; Musa'ya anlattım:

— Beş vakit namaz, bir ay oruç, bir kere gusül, necasetleri bir kere yıkamakla emrolundum.

Dedim. Musa a.s. şöyle dedi:

— Yine hafifletilmesini iste. Dedim ki:

— Çok talep ettim; her talep ettiğimde de hafifletildi kerem olarak. Tekrar hafifletilmesini istemekten utanırım. Artık bunu kabul ettim

Musa'yı geçtikten sonra Rabbımdan bir nida geldi:

— Kullarımın ibadetini hafiflettim; beş vakit namazı imzaladım. Ya Muhamnıed, beş vakit namaz kılsınlar, onlara elli vakit namaz kılmış gibi sevap ihsan ederim.

Ümmetinden her kim, bir iyilik işlemek niyet edip sonra yapamazsa, onun niyetine göre bir sevap ihsan ederim. Hatta, yedi yüze varıncaya kadar, kat kat sevap ihsan ederim. Şayet bir günah işlemeye kasd eder de yapmazsa, o işi etmediği için sevap veririm. Şayet kasd ettiğini yaparsa, onun için bir günah yazarım.

Sonra..

Cebrail'in kanadına binip Beyt-i Makdis'e geldim. Burak'ı bağladığım halkayı gördüm. Mescide girip Allah-ü Taâlâ'ya şükür niyeti ile iki rikât namaz kıldım. Yüce Hakkın bu fazlına, keremine, lütuf ve ihsanına hamd ü şükür ettim.

Bundan sonra, Burak'a binip göz açıp kapayacak kadar az zaman içinde, Mekke'ye geldim. Allah'ın kudreti ile yatağımın henüz ısısı gitmemiş buldum.»

Hiç yorum yok: