Mevlana Halid Bağdadi (K.S.)

H. 1192 yılında Musul'un Şehrizor kasabasında dünyaya geldiler.



Nesepleri Hz. Osman'a ulaşır. (R.A)



Bu yolda Şahı Nakşibend, İmamı Rabbani gibi köşe başlanndan...



Musul'un Süleymaniye kasabasında bütün ilimleri tahsil ettiler, oradan Bağdat'a gidip tahsillerini ilerlettiler ve nihayet il il, belde belde dolaşıp zahir ilimlerini ve batın ilimleri meczetme...



Hocaları, büyük alim Muhammed bin Adem-i Kürdi'dir (K S). Biri faziletler sahibi Salih-i Kürdi'dir, Biri üstünlükler sahibi Abdürrahman-ı Kürdi'dir. Biri de, faziletli, ilim deryası Abdürrahim Berzenci'dir. Biri de, bunun kardeşi Abdülkerim Berzenci'dir. Bunlardan başka Abdullah-ı Harpani'den ve daha bir çok alimlerden ders almış, ilim öğrenmiş, feyz ve nur iktibas etmiştir.



Ve dolaşmada bir uğrak yeri... Şam... Burada bir aralık Kadiri tarikatı ile ilgilenme... Ve sonunda mürşit bulma ümidi ile de, Hacc niyeti ile de Hacca gidiş...



Mekke... Bir taşa oturmuş Kabe'ye bakmakta. Bir adamda sırtını Kabe'ye vermiş kendilerine bakmakta.. Bu münasebetsiz duruma bir müddet sabredip nihayet, dayanamadılar:



- "Ben Allah'ın evine bakarken siz niçin sırtmızı dönmüş bana bakıyorsunuz?"



Cevap: "Bunu bana sormanızı istiyordum da ondan."



Mevlana Halid şaşırdılar. Acaba aradıkları mürşit bu muydu? Ve adamın ellerine yönelme... Adam gülümseyerek cevap verir: Hayır! Ben sizin aradığınız mürşit değilim. Ama sizi layık olana göndermeye memur basit bir insanım... Sizin mürşidiniz Hindistan'da Dehlev şehrinden Abdullah Dehlevi... Oraya gidin ve adam dönüp gittiler. Kimdi bu adam belli değil.



Bu düşünceler içerisinde yüzerken, aniden veliler ordusunun kumandanı Şah Abdullahi Dehlevi bir talebesini Mevlanaya gönderdi ve: "Selamımızı söyle, bu tarafa gelsin" buyurdu. Mevlana gelen talebe ile bir müddet inzivaya çekildi. însanlarla görüşmez oldu. Kitapları bırakıp, medreseye gelmez oldu.



Hindistan'dan gelen zatla Hindistan'a gitmek üzere yola koyuldu. Talebesi gelen zata kızmaya başladılar. Fakat Mevlana, gülün kokusunu almış bülbül gibi kimseyi dinlemez olmuştu. Umulmadık bir zamanda medreseyi ve talebeyi bırakıp bu acıklı ayrılışına valiler, kumandanlar, alimler, fadıllar, büyükler, salihler, eminler, garibler, fakirler, talebeler, erkekler, kadınlar, herkes ve herkes üzüntülerini beyan, bağlılıklarım izhar ve muhabbetlerini ilan ederek teşyi eylediler, uğurladılar. Ağlayarak :



Bizleri hüzün ve eleme gark ettiniz. İnşaallah yine huzurunuz ile şerefleniriz dediler.



Arkadaşı ile yaya giderek Tahran'a ulaştılar. Burada Şii mezhebini kuvvetlendiren meşhur Şii alimlerinden çok talebesi bulunan İsmail Kaşî, Mevlana Halid efendimiz ile uzun ve çetin münakaşa ve mubaheseye girişti. Sonunda bütün talebesinin önünde mahcub oldu. Yenildiğini bildirmemeye çalışıyor, talebesinin gözü önünde o duruma düşmek istemiyordu. Ama ne yapsın ki, evliya aslanlarının kahredici, ezici pençesine düşmüştü. Sonuçta mahcup oluyor, siliniyordu. Ehli sünnetin hak olduğu güneş gibi meydana çıkıyor, bozuk itikat zulmetleri dağılıyordu. Sonunda söyleyecek tek söz bulamayıp, sustu.



Mevlana birçok Şii tefsir kitapları okumuş, Kur'an-ı Kerim'in birçok ayet-i kerimelerinin Şiiler tarafından değiştirilmiş olduğunu, tahrif edilmiş bulunduğunu görmüştü. Mesela:



"Bedir gazasındaki esirleri salıverdiğin için Allahü Teala seni afveyledi." ayeti kerimesini, Hz. Ebu Bekr'i Sıddık (R.A) hakkındadır, şeklinde tefsir eylemişlerdir.



Mevlana, İsmail Kaşiye hitaben, peygamberlerin masum olması hakkında ne dersiniz? diye sordu.



Kaşi bütün peygamberler masumdur, günah işlemezler, dedi. Mevlana buyurdu ki, peki Allahü Teala'nın: "Bedir gazasındaki esirleri salıverdiğin Allahü Teala seni affeyledi" ayeti kerimesinde af söylendiğine göre, günah işlenmiş demektir, manasına geliyor. Halbuki peygamberlerdeki günah olan bir iş meydana gelmemiştir" deyince Kaşi, bu ayeti kerime Ebu Bekr'i (R.A) azarlamaktadır, onun hakkındadır. Peygamberimiz (SAV) hakkında değildir, deyince Hazreti Mevlana, "Ey Şia taifesi: Eğer sizin dediğiniz gibi ise, Allahü Teala Sıddık'ı Azam'ı (R.A) affeyledim, buyuruyor da, siz niçin affetmiyorsunuz?" deyince, Kaşi hiç bir cevap bulamayıp sükut etmiştir.



Artık duruş yok, aylarca kat edilen yol, ardından Dehlev, tekkenin kapısından girdiler... Şeyh sanki onu bekliyor:



-"Buyurun safa geldiniz."



Ve hemen Halid'e dergahın helalarını temizleme görevi verildi. Mevlana'da en ufak bir teessür, işaret yok, yalnız dudaklarında küçük bir tebessüm...



Bu yeni vazifeyi aşk ve şevkle benimsediler... Bir ara hela temizliği için su taşırken, Şeytan kulağına fısıldadı: "Sen, bunca ilmin ve faziletinle, bir takım miskin dervişlerin girip çıktığı helaları temizlemeye memur edilecek insan mısın? düşünsene... Ve Mevlana Halid cevaplıyor:



"Düşünüyorum, gerekirse oraları sakalımla temizlerim... Ve hazmm..."



Aradan tam on ay geçer... Bir gün mürşitleri Abdullah Dehlevi, odasında oturmuş, pencereden bahçeye bakıyor. Mevlana Halid de iki elinde iki su kabı çeşmeden su taşıyor... 0 anda mürşidin gördüğü dehşet... Su kaplarını taşıyan Mevlana Halid değil... Mevlana Halid'in ellerinde tüyden hafif iki kap var... ve ağzına kadar su dolu kovaları taşıyan meleklerdir...



Hemen Abdullah Dehlevi hazretleri, Mevlana Halid'i ata bindiriyor, üzengisini de eliyle tutuyor.

"Aman efendim ne yapıyorsunuz?"



"Başlangıçta sana helalar temizletmeye memur iken, şimdi de atının üzengisini tutmaya memuruz... Şimdi git ve iklimleri irşat et, ruhları aç, susuz insanlar seni bekliyor. Artık hepimizden üstünsün..."



Şah Abdullah Dehlevi' nin Mevlana Halid'e yazdıkları hilafetnamedir:



"Rahman ve Rahim olan Allahü Tealanın ismi ile başlıyorum. Allahü Tealaya hamd, Resulüne salattan sonra;



fakir Abdullah nakşibendi müceddidi (R.A.Anh) der ki, din alimlerinin başta geleni ve Hak ve yakin yolu taliplerinin seçilmişi hazreti Mevlana Halid nakşibendi tarikatı için Kürdistandan bu fakirin yanına gelip, on ay kadar, halvette, me'lufatı terk ile zikir ve verilen vazifeleri edaya, son derece gayret ile çalıştılar. Allahü Tealaya hamdolsun ki, onun yardımı ve piran-ı kibarın tavassutu ile, tarikatın derecelerine yükselip, huzur, yad, daşt alem-i emr latifelerinin tenzibi, fena,beka ve bihudiye kavuştular. Alem-i halk latifelerindeki seyrin nurları ve hazreti müceddidin tarikatinde, salikin heyet-i vahdaniyyesine varid olan keyfiyyet ve haller, batınını nurlandırdı, hallendirdi. Tarikatte kemale ulaşıp, insanları da kemale ulaştırma mertebesine ulaşınca, kendilerine icazet, ve hilafet verip, talipleri terbiye etme, yetiştirme salahiyetini ve vazifesini verdim. Ayrıca Kadiri, Çeşti, Sühreverdi ve Kübrevi yollarından da icazet verdim. Nitekim bizim yolumuzda böyle yapılmaktadır. Onun eli, benim elimdir. Kendileri benim pirlerimin naib ve halef-i sıdkıdırlar. Onun rızası benim rızamdır. Onun hilafı benim hilafımdır. Devamlı zikir, teveccüh, murakabeler, sünnet-i seniyyeye ittiba, bid'atten ictinab, sabr tevekkül, teslim, rıza, ilim, hadis ve tasavvufla iştigal ve talipleri hidayetle uğraşma hilafetnamenin şarüdır. Ya Rabbi Onu, muttakilere İmam eyle! Ve Sallallahü ala Seyyidina Muhammedin ve ala Alihi ve sellem. Allah yolunda olanlara selam olsun!"



Bundan sonra büyük irşat dönemi...



Bağdat'tan sonra Şam'a geçtiler ve orada Salihiye dergahında yirmi yıla yakın irşat postuna oturdular.



Hazreti Şah Abdullahi Dehlevi: "Ey Halid, şimdi memleketine ve Bağdat'a git. Oradaki Hakk aşıklarını, sevdiklerine yani Allahü Tealaya kavuştur" buyurunca, Mevlana hazretleri:



"Ey benim Sebeb-i devletim, yüksek sığınağım, efendim, mürşidim, orada Hayderve Berzenci sadatı çoktur. İrşadla nasıl meşgul olurum. Çünkü onlar şöhret ve itibarda ve alimlerin sığınağı durumundadırlar. Böyle bir işe kalkışsam, diğer insanlar bile beni men ederler" diye arz etti. Sen memleketine git. İrşat ile meşgul ol. Bütün seyyidler, senin hak-i payine yüz sürerler ve şerefli zatına hizmetçi olurlar. Oranın valileri, eminleri, alimleri, fadılları, mübarek ayağını öperler. Şimdi ne istersen vereyim. îste ya Halid!" buyurdu. Din için dünyalık isterim dedi. Git, her İstediğini verdim." deyip yolda giderken filan yerde evliyanın büyüklerinden iki seneden beri yemez, içmez, konuşmaz, Hakka müteveccih, ölü gibi bir zat var, ona selamımı söyle; hayırlı duasını al ve şerefli elini öp! Kudsi nisbetinin celal ateşi ile etrafı harap olmuş, kendilerinden başka, civarında hiçbir insan kalmamıştır." buyurup bütün halife mürit ve eshabı ile dört millik mesafeye kadar, hazret-i Mevlana efendimizi teşyi edip, sonra; "Halid bürd" yani Halid her şeyi aldı götürdü, buyurdu..



0 velinin olduğu beldeye gelince, yerini sordu. Uzaktan gösterdiler. Bulunduğu yere doğru yürüyünce, velinin celalinden, hazreti Mevlanayı bir korku ve dehşet kaplayıp, gidemedi. Olduğu yerde kaldı. Hemen Şahı Dehlevi hazretlerine rabıta eyledi. Korkusu gitti. 0 zatın yanına gidip Farsça olarak, şeyhinin selamını söyledi. Başını murakabeden kaldırıp: "Aleyke ve aleyhisselam" buyurdu. Sonra: "Ey Halid, senin fütuhatın ve irşadının yayılma yeri Bağdat'tır." deyip, tekrar murakabeye daldı. Mevlana efendimiz, o zatın, nisbeti Muhammedi denizine gömülmesine, feyz nurları içinde müşahede sahibi, bir an Cemal-i Hak'dan ve onun murakabeden ayrılmamasına hayran olarak, Bender denilen yere gelinceye kadar elli altmış gün ne bir şey yedi, ne de bir şey içti.



Süleymaniyye' de iken, Berzencilerden iki yüz kişi silahlanıp Mevlana Halid hazretlerini öldürmek isterler. Silahlı olarak Cuma günü mescidin kapısının dışında durup beklerler. Cumadan sonra herkes camiden çıkar. Salihlerin adeti olduğu üzere camiden en geç çıkarlar. Şeyh Abdullah Hayderi der ki, namazdan sonra herkes, halifeleri ve ben, camiden çıktık. Hazreti Şeyhimize sü-i kasd eden silahlı kişilerin beklediklerini gördük. 0 güneşlerin güneşi caminin kapısından çıkıp, silahlanmış kişilere celal ile göz ucuyla nazar etti. 0 anda, o kişiler, feryat ederek, bazısı yüz üstüne düşerek, heybetli nazarlanndan perişan oldular. Kendileri, bütün halife ve müritleri ile hanekahı cennet misallerine geldiler.



Süleymaniye'nin büyük alimlerinden bazısı, Mevlana hazretlerini, akli ve nakli ilimlerin en mühim ve zor, ince meselelerinde mağlup etmek istedilerse de, kendileri yenildiler. Yanlarında cahil gibi kaldılar. Çaresiz kalıp, Irak'ın her bakımdan en büyük alimi olan hüccet-ül İslam denen Şeyh Yahya Merveri İmadi hazretlerine mektup yazıp:



"Süleymaniye alimleri tarafından, din ve dünya ilimlerinin allamesi, Müslümanların hücceti, efendimiz, üstadımız Yahya Mezveri İmadi hazretlerinedir. Hak Teala müslümanları uzun hayatınızla bereketlendirsin. Şehrimizde Şeyh Halid isminde bir zat zuhur eyledi. Hindistan'a gidip geldikten sonra vilayet-i kübra ve irşad-ı uzma davasında bulunuyor. Bu zat, din ilimlerini mükemmel bir surette tahsil ettikten sonra, terk eyledi. Sapıklık yolunu tuttu. Bizler onu ilimde yenemedik. Büyüğümüz sizsiniz. Üzerinize vaciptir ki, bu tarafa gelip, sapıklığını ve maksatlarını def edip, onu yenesiniz. Gelmeyecek olursanız, sapıklığı bütün insanlara ve diğer şehirlere yayılacaktır.

Bu mektup, Şeyh Yahya hazretlerinin eline geçince bazı talebesi ile birlikte, Süleymaniyye yolunu tuttu. Şehre yaklaşınca, bütün alimler, karşılamağa çıkıp eline, ayağına yüz sürüp, her biri kendi evine davet ettiyse de, kabul etmeyip; "Şu saatte o zatla görüşmem lazımdır" deyip, Mevlana Halid efendimizin zaviyesine doğru gittiler. 0 devlethaneye girince, Mevlana hazretleri, kalkıp, karşılayıp, müsafaha ettikten sonra, yanlarına oturttular. Şeyh Yahya hazretlerinin kalbinde bir takım ince ve zor meseleler vardı. Bunları sorup imtihan edecekti. Daha ağzını açmadan, Hazreti Mevlana, Şeyhe hitaben: "Din ilimlerinde çok müşkül meseleler vardır. İşte biri şudur ve cevabı şudur" buyurup Şeyhin kalbindeki bütün soruların cevaplarını izhar ettiler. Şeyh Yahya hazretleri anladı ki, bu mübarek zat, evliyanın büyüklerindendir. Hemen ayaklarına kapanıp özür ve af diledi, tövbe ve inabe ile Mevlana hazretlerinin yoluna girdi. Sonra büyük halifelerinden oldu. Münkirler bunu duyunca perişan oldular. Mevlana hazretleri, Şeyh Yahya'yı çok severdi. Yüz yaşında Bağdat'ta vefat etti.



Alim, fadıl, şeyh AIi Süveydi Bağdadi, büyük muhaddislerden idi. Hadis-i Şerif senetlerinde bilgisi vardı. Bu hususda imtihan maksadıyla Mevlana hazretlerine gelip, musafaha esnasında bir hadis okudu. Mevlana hazretleri de bir hadis-i Şerif okuyup oturdular. Aynı zat, Kütüb-i Sitte hadislerinden üç hadisi senetleriyle, imtihan yollu okudu. Mevlana hazretleri de bu hadislerin asıl senetlerini sahih olarak okuyunca, o muhaddis, hemen Mevlana'nın ellerine kapanıp, kalbine gelen imtihan düşüncesinden istiğfar edip af diledi. îlim meclislerinde, Mevlana'nın en büyük velilerden olup, zahir ve batın ilimlerinde sonsuz bir deniz, biz ise bir damlayız derdi.



Mevlana hazretlerinin 4 oğlu vardı:

1. Şehabüddin Sabi: Urfa'da vefat eylemiş idi.

2. Behaüddin Sabi: Daha sonra vefat eyledi.

3. Abdurrahman Sabi: Behaüddin Sabi'nin ardından vefat ettiler.

4. Necmüddin: Babasının vefatından sonra dünyaya geldi. Onunda iki oğlu dünyaya gelmiş ve temiz soyu devam etmektedir.


Oğulları Muhammed Behaüddin Sabi, daha beş yaşına girmeden, Kur'an-ı Kerimi çok güzel okurdu. Çok akıllı ve yüksek yaratılışlı idi. Arapça, Farsça ve Kürdçe bilirdi. Hocası Şeyh Muhammed Nasih idi. Her haliyle ve şekli ile yüksek babasına benzerdi. 0 yaşta iken, şefkatinin çokluğundan, bir kimseye bir bela ve afet gelse, def'ine himmet ve gayret ederdi.



Üç hanımı vardı. Vefatından hemen sonra ikisi vefat etmiş. Hatice ismindeki hanımları yaşamış, hep ibadet ve taatle ömrünü geçirmiştir.



Hanefi alimlerinden İbni Abidin denmekle meşhur Muhammed Emin (K.S) Mevlana hazretlerine gelmiş, bazı sualler sormuş doyurucu cevaplar aldıktan sonra: "Efendim, dün gece rüyada hazret-i Osman (R.A) gördüm. Güya vefat etmiş, cenaze namazını ben kıldırmıştım." deyince: "Ey İbni Abidin, yakında ben vefat ederim. Sen kalabalık halk ile namazımı kılarsın. Çünkü ben Hz. Osman (R.A)'m evladındanım" buyurdu. İbni Abidin bunu bilmiyordu. Rüyayı anlattığına çok üzüldü.


Nihayet 63 yaşlarında sonsuzluk alemine yolculuk.



Mübarek; Uzun boylu, siyah ve iri gözlü, dişleri seyrek ve güleçti. Sakalı siyah ve gürceydi. Göğsü geniş, kolları uzun idi.

Hiç yorum yok: